İçeriğe geç

#seninedebiyatın #gökevihayaletgezileri #snowglobe #yuzumevsimi

SANATLA İYİLEŞMEK-deb jj lee

SANATLA İYİLEŞMEK-deb jj lee

Deb JJ Lee, Brooklyn, NY’de yaşayan Koreli Amerikalı bir sanatçı. Eserleri The New Yorker, Washington Post, NPR, Google, Radiolab, PBS ve daha birçok yerde yayımlanmıştır. İllüstrasyonlarını yaptığı kitaplar arasında Alyssa Hollingsworth’un yazdığı “The Invisible Boy” ve Tina Cho’nun yazdığı “The Other Side of Tomorrow” bulunmakta. Reality TV izlemeyi, maden suyu içmeyi ve dışa dönük biriymiş gibi davranmayı sever. Ödüllü yazar ve çizere en çok merak ettiğimiz üç soruyu sorduk:

1- Lisedeki haliniz illüstrasyonlarınızın ve hikâyenizin bu kadar çok insana ulaştığını görseydi ne düşünürdü?

Her şeyden önce şöyle düşünürdüm: Bu da ne demek oluyor? Haha.

En çok takılacağı kısım, bunun lisedeki ve New Jersey’deki tanıdığı insanlara nasıl ulaşacağı. Konu diğer çocukların kendi hakkında ne düşündüğünü düşünmeye geldiğinde çok farkındalık sahibi bir insan, bu yüzden bunun nasıl değişebileceğine daha fazla odaklanacağını tahmin ediyorum. Böyle düşünüldüğünde, bir süreliğine zihinsel olarak felç olmuş gibi hissedebilir. Bu garip bir tepki değil. Sözlerinizin bu kadar büyük bir ağırlığı ve sorumluluğu olabileceğini fark etmek dehşet verici bir duygu! Birini istemeden de olsa yanlış yola sürüklediğimden endişe ederim.

2- Lisedeki halinize ne tavsiye ederdiniz? Hayatınızda neyi farklı yapmak isterdiniz?

Dünyanın daha büyük olduğunu ve aslında kimsenin kendisinden nefret etmediğini. Patrick McHale’in “Bahçe Duvarının Ötesinde” filminde, ana kahraman Wirt’in davet edilmediği bir Cadılar Bayramı partisine istemeye istemeye girmek zorunda kaldığı bir sahne vardı. Bu andan önce, Wirt seyirciye dışlanmış ve sevilmeyen biri olduğunu açıkça belirtmiştir. Bu nedenle, partiye geldiğinde çocukların hepsinin onu görmekten memnun olması herkesi şaşırtır. Benim deneyimim de büyük ölçüde benzerdi; lisedeyken hiçbir partiye doğrudan davet edilmemiştim ve sohbet başlatmaktan rahatsız olduğum çok az insan vardı. Hepsinin benden nefret ettiğini düşünüyordum. Ta ki bir arkadaşım (Quinn’i temel aldığı kişi) beni bir ev partisine götürene kadar... Orada insanlar beni yanlarında görmekten mutlu görünüyorlardı. Bu farkındalık, on yıl sonra başkalarıyla bağlantı kurduktan sonra daha da netleşti. Ben sadece kendini sosyal olarak daha erişilebilir hale getirebilecek sessiz bir insandım.

3. Hikâyenizi insanlarla paylaşmak size nasıl hissettirdi? Üzerinizde rahatlatıcı bir etkisi mi oldu yoksa daha çok tetikleyici mi oldu?

Rahatlatıcı! Omuzlarımdan büyük bir yük kalkmış gibi hissediyorum. Geçmişimle ilgili saçmalayacak daha az şey varmış gibi hissediyorum, çünkü tüm bilgiler kamuya açık. Saklayacak ve utanacak daha az şey var; kitlelere açıkladığım şeyler hakkında daha az konuşma eğilimim var.


Röportaj: Zeynep Hazal Kaplan


HAYATTAKİ PUSULALARIMIZ: BAZEN TEK İHTİYACIMIZ KALEM

Bugünlerde bireysellik üzerinde çok durulsa da insan sandığı kadar bireysel bir varlık değildir. Hatta beynimizin hayatta kalması ve gelişimini sürdürmesi için ihtiyacı olan temel kaynaklardan biri; diğer canlılarla sosyalleşmesidir. Hayatımızdaki insanlar, onları koyduğumuz konumlar, aramızdaki bağlar bizim pusulamız görevindedir. Deb JJ Lee’nin kendi hayatından yola çıkarak yazdığı ve çizdiği Arafta işte tam bu noktaya değinir. Deb için arkadaşları bir yoldaştan çok erişmek istediği standartlar, ebeveynleri ise arkasını yaslaması gereken bir dayanaktan çok tamamlaması gereken beklentiler anlamına gelir. Ve bu yaşadıkları onun hayattaki yönünü kaybetmesine sebep olur. Kendini yetersiz hissettiği bu durumlarda Deb’in ihtiyacı olan tek şey ise bir pusula! Pusula sadece nereye gitmemiz gerektiğini değil aynı zamanda nerelere mesafeli durmamızı, hayatta birden fazla yön olduğunu, arkamızı önümüzü, sağımızı solumuzu adlandırır ve anlatır. En nihayetinde pusulalar bize kuzeye git diye talimat vermez, güneyden uzaklaş da demez. Sadece neyin nerede olduğunu belirtir. Hangi yöne gideceğimiz bize kalmıştır. Pusulamızdaki yönlerin bizi nasıl etkileyeceğini şekillendiren şey kendi bakış açımızdır. Kimi zaman başkalarını örnek alarak yol alırız, insanların neler başardığını görmek ilham olur. Kimi zaman ise kendimizi karşılaştırırız ve kendimizde yetersiz bulduğumuz noktaların altını çizeriz. Tahmin edebileceğimiz gibi ikincisini yapmaya daha meyilliyiz. Hele sosyal medyanın bu kadar yaygınlaştığı günlerde, dışarı çıkıp neler oluyor diye bakınmak yerine artık telefonlarımıza girip pencerelerimizi sosyal medyaya açıyoruz. Var olmayan bir yeterlilik dünyasında yaşıyoruz.Neden bu kadar yetersiz hissediyoruz biliyor musunuz? Kendimizi herkesle ve her şeyle karşılaştırıp, hepsini olmak ve yapmak istiyoruz!  İnsan durmalı, önce beklentilerini sorgulamalı: ben nereye gidiyorum, gittiğim yerden ne bulmayı umuyorum, bu yolculuğun nasıl geçmesini istiyorum… İşte Deb tam olarak böyle kendi pusulasını buluyor: duruyor, sorguluyor, yazıyor ve çiziyor. Hiç durmadan çiziyor. Deb içinden hiç çıkamadığı yetersizlik hissiyle bazen savaşamayıp pes de etse kendini yazarak ve çizerek anlatmayı, pusulasına sarılmayı, hiç bırakmıyor, içindeki yetersizliği dolduruyor. Hiçbir duygu yok edilemez ancak bize ne anlatmak istediği okunabilir. Yetersizlik de duyulmaya ihtiyacı olan böyle bir duygu bazen de zihnimizden geçen bir düşüncedir. Bana sorarsanız insan yolunu bulmalı değil inşa etmeli. O yolu inşa ederken yine dönüp pusulasına bakmalı. Başka insanların yolundan ilham alabiliriz, imrenebiliriz, öğrenebiliriz ancak o yolları yürüyemeyiz. Niyetiniz her şeye yetebilmek yerine, kendim için duygusal olarak yeterli olabilmek olduğu zaman çok şey değişir. 

Klinik Psikolog 

Büşra Naz Fırat